Şevket Tandoğan 11.5.2020
standogan06@hotmail.com
İSLAM’DA MEZHEPLERİN TARİHÇESİ ni incelediğimizde, Asr-ı saadette ve dört halife döneminde mezhep olmadığını görürüz. Zira zamanların en hayırlısı olan bu dönemde, İslam’ın doğuşu esnasında vahiyle aydınlanan sahabîlerin mezhebe ihtiyacı yoktu.
Ashab-ı Kiramdan sonraki tâbiîn dönemi ve daha sonraki dönemlerde ise, İslâmiyetin yayılmasıyla birlikte, Müslümanların çoğalması, sorunların artması ve bilgisiz bazı kişilerin kafalarınca yanlış fetvalar vermeye başlamaları sonucu, çeşitli bid’at, sapma ve tahrifat görüldü. Hakikatleri tanzim ve tespit edip yaymak gerekiyordu.
İmam-ı Azam Ebu-Hanife başta olmak üzere, içtihad seviyesindeki İslâm âlimleri hemen harekete geçerek, dinin inanç sistemi ve uygulama hükümlerini, aslına uygun şekilde kayıt altına almak suretiyle bölüm bölüm fasıllar halinde yazmak ve topluma öğretmek yoluna gittiler. Uzun çalışma ve müzakereler sonucu, ayet ve hadislerden çıkarılan hükümler, içtihat ve fetvalar belirlenip ortaya konuldu. Müslümanların bunlara uyması lazım ve vacip olduğuna ÜMMET İTTİFAK ETTİ. Böylece "uyulacak dînî yol" anlamında İCMA-I ÜMMET kararıyla MEZHEPLER DOĞDU.
İmam Ebu Hanife, İmam Şafiî, İmam Mâlikî, İmam Hanbelî,Süfyan-ı Sevrî, İmam Yusuf, İmam Muhammed ve Davud-u zâhirî gibi (Allah onlardan razı olsun) pek çok müçtehitler, her konuyu delil ve detaylarıyla inceleyip, fetvalarını yazdılar. El emeği, göz nuru kitaplar yayınlandı.
Müslüman topluluklar, değişik bölgelerde farklı imama uyduğu için, farklı mezhepler doğmuş oldu. Bu müçtehidler bazı amelî meselelerde farklı ise de, temelde birdirler. Hepsi Ehl-i sünnet ve cemaattır. Onların farklı içtihadları ümmet için rahmet ve rahatlık vesilesidir. Müslümanlar genellikle Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezhebinden birine uymuşlardır. Bu dört mezhep haktır. Mezhepsizliği ya da mezhepleri birleştirmeyi savunmak, otoban yol varken, hedefe araziden gitmeye çalışmak kadar cehalet ve dalâlettir.
Hz.Peygamberimiz ve ashabının yolu anlamındaki EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT çizgisindeki hak mezheplerin, itikat-inanç esaslarında imam
kabul ettiği iki rehber müçtehid vardır. Bunlar; İmam Ebû Mansur Mâtüridî ile İmam Ebu-l Hasen Eş'arî hazretleri, iman esaslarını yazmışlar ve ümmete bildirmişlerdir. Bu zatlar bununla da kalmayıp, yanlış düşünce ve inanç sahiplerini de teşhis ve teşhir ederek, sapık mezhepleri de ilan etmişler, yanıldıkları ayrılık noktalarını ümmete anlatmışlardır.
EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT dışında kalan; Mûtezile, Cebriye, şîa, Kaderiye, Batıniye, Karmâtiye, Hariceye ve Rafıziye gibi mezheblerin inanç sistemlerindeki bid'at, hata ve bozukluklar yüzünden, bunlara dalalet gurupları anlamında FIRAK-I DÂLLE denilmiştir. İslamdaki bu sapık düşünce mensupları arasında, ya ifrat-ya da tefrit yolunda gidip itidalden (Haktan) uzaklaşanlardan, küfre kayanlar olmuştur.
Nitekim, Ehl-i Sünnet dışındaki Haricîlerde eski cahiliye dönemi Arap taassubu vardır. Şiîler İran pers kültürü tesirindedir. Mûtezile, Yunan felsefesinin cazibesine kapılarak bir çok sünnî inanca ters düşmüşlerdir. Bunlar Ashab-ı kiramdan bazılarına söver,sayar,lanet okurlar. Kendileri gibi düşümeyenleri kâfir sayar, öldürülmesini caiz görürler.
EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT çizgisindeki mezhep mensupları, genellikle ÎTİDAL ve MÜSÂMAHA prensibini güderler. Düşüncelerini zorla kabul ettirmek istemez, ötekileştirmez, öldürmez, esir etmez ve kolayca başkalarını kâfir ilan etmezler. Buna karşılık EHL-İ BİD'AT VE DALÂLET dediğimiz sapık mezhepler, genellikle fanatiktir, kendi dışındakileri kâfir görüp, öldürebilirler. İşte asırlardır ve günümüzde Müslümanları kasıp kavuran mezhep kavga ve cinayetlerinin temelinde, bu hatalı kör taassup yatmaktadır.
Tarihî süreç içinde, kuruluş, gelişim ve değişime baktığımızda, bazı mezhep, tarikat ve cemaalerin, özünden saparak, hakikatle ilgisi kalmadığı ve İslâmiyetle bağdaşmadığı görülmektedir. Hatta bazılarının şirazesinden kopup, siyonizmin güdümüne girdiği anlaşılmaktadır. Emperyalist devletler bunları maşa olarak kullanmaktadır.
SONUÇ OLARAK: Başlangıçtaki safiyet, rahmet ve hizmet olarak mezhep, tarikat ve cemaatler ümmet birliği içinde makbuldür. Ancak özünden sapar, tefrika haline getirilirse merduttur, felâkettir.
Oxunub: 841